13 Mart 2010

Dünya havayolu sektörü “toparlanıyor” [Milliyet Gazetesi]

Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği (IATA), küresel havayolu sektörünün bu yıl toparlanacağını belirterek, bu yıla ilişkin zarar tahminini 2,8 milyar dolara çekti.

240 havayolu şirketini temsil eden IATA’dan yapılan açıklamada, hem yolcu hem uçuş sayıları artarken küresel havayolu sektörünün bu yıl toparlanacağı ifade edilerek, sektör için hala zarar beklendiği, ancak Aralıktaki tahminin yaklaşık yarısı kadar olacağının tahmin edildiği belirtildi. Birlik, bu yıl geneli için daha önce 5,6 milyar dolar olan zarar tahminini 2,8 milyar dolara çekti.Açıklamada, “Önümüzde mavi gökyüzü görmeye başlıyoruz” denildi.Birlik, geçen yıl yüzde 2,9 düşen yolcu sayısının bu yıl yüzde 5,6 artmasını, geçen yıl yüzde 11,1 düşen kargo talebinin de bu yıl yüzde 10 artmasını bekliyor.

IATA Başkanı Giovanni Bisignani, yaptığı açıklamada, doğru yöne gidildiğini, toparlanmanın güçlü olduğunu, ancak hala kriz öncesi seviyede bulunulduğunu söyledi.Havayolun sektöründeki toparlanmanın devam edeceğini söyleyen Bisignani, buna karşılık Avrupalı ve ABD’li taşıyıcıların Asya ve Latin Amerikalı havayollarının gerisinde kaldığını ifade etti. IATA, bu yıl Avrupalı havayolu şirketlerinin toplamda 2,2 milyar dolar, ABD ve Kanadalı şirketlerin 1,8 milyar dolar zarar etmesini öngörürken, buna karşılık Asya-Pasifik bölgesindeki havayolu şirketlerin 900 milyon dolar, Latin Amerikalı şirketlerin ise 800 milyon dolar kar etmesini bekliyor.

08 Mart 2010

Türk uçağı özel sektörle yapılacak [Şükrü KÜÇÜKŞAHİN]

ULAŞTIRMA Bakanı Binali Yıldırım ile hafta içi yaptığım sohbetin bir bölümünü, “Bizdeki her şey mümkün hukuku” başlığıyla haberleştirdik.

Yıldırım, bu sözleri söylerken kendi deneyimlerinden de örnekler seçti; özellikle atamalar konusunda yargının birbirine tam zıt kararlar vermesine dikkat çekti; ama en önemli vurguyu, Anayasa Mahkemesi’nin 367, Danıştay’ın da katsayı kararları üzerine yaptı.
Başkalarının da bazı başka kararları aynı şekilde örnek gösterebileceğini ifade eden Yıldırım’ın yargı konusundaki en büyük yakınması şu oldu:
“Yürütme zaman zaman, yargı kararları nedeniyle iş yapamaz hale geliyor. Yürütme ile yargı iyi görüntü vermiyor. Sanki yürütme hiç doğru iş yapmıyor, hep yargı düzeltiyor. O zaman biz de bu kararları eleştirince karşı eleştiri alıyoruz. Ama sonuçta kararların gereğini yapıyoruz.”
TEPEDE VATANDAŞ OLURSA
Yaşanan tabloda herkesin ortak sorumluluğu olduğunu kabul eden Yıldırım, AB ülkeleri arasında, vatandaşı, uluslararası mahkemelere en çok giden ülke olmaktan üzüntü duyduğunu ifade etti.
Çözüm yerinin yasama olduğunun gözden çıkarılmadan oraya yardımcı olunmasını öneren Yıldırım’a göre, hiyerarşik yapının en tepesine vatandaşın konması halinde çözümü olmayan sorun kalmaz.
Oysa sorun ortadan kaldıkça en çok halkın moral değerleri zarar görüyor.
Yıldırım ile sadece siyasetle yargı arasındaki gerginliği konuşmadık.
Ulaştırma Bakanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün de bağlanmasından sonra en geniş icracı bakanlık haline geldi.
Yıldırım, ilk yerli uçakla ilgili gelişmeleri anlatırken heyecanlıydı.
Bu projenin iki aşamalı olduğunu belirten Yıldırım, şu bilgileri verdi:
“İlk aşama yakında hayata geçecek. Bu aşamada lisanslı bir proje ile ilk uçağımızı yapacağız. Lisanlı projeler için temaslarımız da başladı. İsimleri şimdi açıklamak istemiyorum. Ama 3-4 ayda işin bu kısmını bitiririz gibi. Sonra üretim aşaması başlar. Tamamen yerli ilk uçakta ise hedef 2020.”
ÇANAKKALE’DE GÜZERGÂH DEĞİŞİKLİĞİYıldırım, tamamen yerli ilk uçakta, THY’den Savunma Sanayi Müsteşarlığı’na, Devlet Hava Meydanları İşletmesi’nden TAİ’ye kadar ilgili tüm kamu kurumlarının birlik veya ortaklık içinde olacağını söyledi.
Ancak işin içinde özel sektör de mutlaka yer alacak.
Henüz kamu/özel sektör ortaklığının oranı belli değilse de Yıldırım, “Bu alanda da ülkemizde yeterli büyüklükte şirketlerimiz var, onların deneyimleri ve güçleri proje için yaşamsal” değerlendirmesi yaptı.
İzmit-İzmir otoyolu ile Körfez geçiş ihalesini kazanan konsorsiyumun finans arayışının sürdüğünü, projede bir gecikme beklemediklerini de aktaran Yıldırım’a göre 3. Boğaz Köprüsü’nde de bir gecikme olmayacak.
Çanakkale Köprüsü için ise güzergâhta bir yenileme söz konusu.
Çünkü hem tarihi yarımada ile diğer sit alanlarının bu projeden zarar görmesi istenmiyor; hem de çevre tahribatının oluşmaması hedefleniyor.
Yıldırım’ın, internet üzerinden, insan haklarına aykırı, hakaret içeren görüntü ve yazılara karşı alınacak önlemler konusunda yakın zamanda gerekli adımların atılacağını söylediğini de aktaralım.
[Hürriyet Gazetesi] [08 Mart 2010]
 

03 Mart 2010

Akıllı dış borçlanma [Ege CANSEN]

İktisat uleması buna bir de sözde bilimsel açıklama getirir. “Efendim, milletimizin tasarruf oranı düşüktür. Tasarruf açığını kapamak için ‘tasarruf’ ithal edilmelidir. Yani, dış borç alınmalıdır” der. Bu önerme sadece iktisaden yanlış değil, aynı zamanda siyaseten de zararlıdır. Dışarıdan para gelmezse hızlı büyüyemez hatta aç kalırız diye şartlanmış bir zihniyet, ülkemizin, büyük devletlerin veya parası olan şeyhlerin, mesela petrol zengini Arapların bâziçesi haline gelmesinde hiç beis görmez. Üstelik ülke, hem onun bunun oyuncağı olur, hem de hızlı kalkınamaz. Ben bu tezi anlatıp duruyorum. Yazdıklarımı anlamak istemeyenler “ne yani, içimize mi kapanalım ?” diye sözde beni köşeye sıkıştırıyorlar.

* * *

Hayır! İçimize kapanmayalım. Tam aksine iyice dışa açılalım. Yani yelken basıp, uzak denizlere sefer yapalım. İhracatımızı, ithalatımızın üstüne çıkartalım. Japonya, Tayvan, Kore ve Çin bunu nasıl başardıysa biz de öyle yapalım. Dışarıdan borç alacaksak, bu yapısal dönüşümü gerçekleştirmek ve sürdürmek için alalım. İç tüketimi şişirmek için değil. Daha az ithalat yapmayalım, daha fazla ihracat yapalım. Kısaca ithalattan fazla ihracat yapalım. Dengeyi küçülmede değil, büyümede tesis edelim. İşte bu sonuca yarayan dış borçlanmaya ben “akıllı” diyorum. Biraz daha ayrıntıya girelim.

* * *

1. Milli gelir hesabında, ihracat artı, ithalat eksi olarak yer alır. Milli harcamalar toplamında ise, ihracat eksi, ithalat artıdır. Milli gelir, ihracatla büyür.

2. Harcamalar toplamı (tüketim artı yatırım) eğer milli gelirden büyükse, dış açık var demektir. Yabancı para hangi yolla ve ne nam altında girerse girsin, dış açık kadar ülkenin dış yükümlülükleri artar.

3. Bir ülkenin dış yükümlülükleri toplamı, sadece finansal borçlardan oluşmaz. Bu toplama “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımı” için gelen paralar da dâhildir.

4. Bir ülkenin hem dış yükümlülükleri hem de dış varlıkları vardır. Önemli olan bu ikisinin farkıdır. Bu aşamada hedef, dış yükümlülükten fazla dış varlık yaratmaktır. Küresel hesapta, net farklar toplamı sıfırdır.

5. Dış borçla yapılan yatırımın getirisi, alınan borcun faiz ve anapara taksitlerini geri ödeyecek kadar “net katma değer ihracatı” sağlamalıdır. Bu akıllı bir borçlanmadır.

6. Borç geri ödemesi, gayrimenkul değer artışı yani “rant avcığı” ile değil, yaratılan katma değerle olmalıdır.

7. Dış borçla yapılan yatırım yarattığı ulusal katma değer, ithalatı ikame diyorsa, ayrıca ihracat şartı aranmaz. Bu da akıllı borçlanmadır.

Son Söz: Cari fazla varsa, alınan her dış borç, akılı olur.

[Hürriyet Gazetesi] [04 Mart 2010]

02 Mart 2010

TÜSİAD’ın çekilmek istendiği konum [Erdal SAĞLAM]

ÜMİT Boyner’in Başkanlığı ile birlikte, Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) sanki farklı bir konuma geçmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor.

“Gösterilmeye çalışılıyor” diyorum çünkü Başkanların konuşmalarına baktığımda, elbette hepsi kendi üslubunu yansıtıyor ama, içeriklerin hemen hemen aynı olduğunu, ilkesel bazda savunulanlarda farklılık bulunmadığını görüyorum. Peki, bu izlenim neden uyandırılmak isteniyor?

Bu izlenimi yaratma konusunda hükümet yanlısı basın organları ile yazarların başı çektiğini görüyoruz. O zaman neden aslında temelde fark yokken, sanki Ümit Boyner ile birlikte duruş farkı yaşandığı izlenimi yaratılmaya çalışılıyor? Bence amaçlardan biri “Arzuhan Doğan Yalçındağ döneminde sanki TÜSİAD’ın hükümete karşı subjektif bir tavrı varmış” gibi göstermek olabilir. Halbuki Yalçındağ’ın söyledikleriyle Boyner’in söyledikleri arasında, üslup dışında önemli bir farklılık bulunmuyor.

Bence en önemli neden ise Hükümetin önümüzdeki dönem için TÜSİAD desteğine duyduğu büyük ihtiyaç. Yıpranan ilişkileri onarmak ve toplumsal olarak sıkıntıya girdiği bir dönemde büyük patronları yanında görmek istiyor. Yönetim anlayışı “ne aldım, karşılığında ne verdim” olan, her şeyi bir pazarlık konusu yapan bir anlayış, alacağı destek karşılığında mutlaka büyük patronlara bir şeyler teklif edecektir. Aslında büyük patronlar da pazarlığı iyi bilirler ama karşılarındaki güç “devlet gücü” olduğu için pazarlıkta başarılı olurlar mı, bilinmez...

Başkan Boyner ve TÜSİAD yönetim kurulu üyelerinin geçen hafta Ankara’da yaptığı temaslarda Başbakan ve bakanlardan büyük teveccüh gördüklerini duyduk. Şimdiye kadar olmadığı biçimde övgüler, birlikte hareket etme sözleri almışlar.

Hükümetteki bu ani değişimin koordineli olduğu açık ve bazı patronlar “Acaba başımıza gelecek bir şey mi var?” demekten kendilerini alamıyorlar. “Eninde sonunda işadamıdır, gerektiği kadar tavizi verip alacağı bir şey varsa alır” diyebilirsiniz ve haklısınız da...

ANAYASA’NIN ODAĞI

Ancak benim bildiğim büyük patronlar, yaşam tarzı dahil, sonunda kaybedecekleri şeyler çok büyükse buna razı olmazlar. Üstüne üstlük iktidardaki anlayışın sadece kendilerini dönemsel olarak kullanıp sonunda devre dışı bırakma niyetini görüyorlarsa, her şeye razı olmazlar...

TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, Ankara’daki temasları sonrası yaptığı konuşmada “Hiç bir kurum ile mutlak fikir birliği içinde olmak veya kategorik olarak farklı düşünmek gibi bir anlayışları” bulunmadığının, özellikle altını çizdi.

Vergi gelirlerinin yüzde 80’ini ödeyen, demokratikleşme anlayışını sürdürülebilir büyüme ile birlikte kurum müktesebatına taşımış bir kurum olarak, sorumluluklarının gereği oluşan taleplerini tüm yetkililer ile paylaştıklarını söyledi. Boyner ve Yönetim Kurulu üyelerinin sadece Cumhurbaşkanı ve hükümet üyelerini değil, CHP ve MHP liderlerini de ziyaret edip, bu görüşlerini aktardıklarını, buralarda da iyi kabul gördüklerini biliyoruz.

Ancak dediğim gibi; Hükümet ve yandaşlarının TÜSİAD’ı “iktidar yanlısı bir konum”a çekmek istedikleri, buna ihtiyaç duydukları da ortada.

Bence bu tavırlarıyla hem eski hem yeni başkana da haksızlık etmiş oluyorlar ama...

Boyner, temaslar sonrası yaptığı konuşmada “açık bir yol haritası bulunmamasını” eleştirirken, anayasa değişik liği gereğine de değindi. Boyner, bu konuda “Yeni Anayasa’nın odağında devlet, ordu veya cemaat gibi unsurlar değil, doğrudan birey olmalıdır. Yeni anayasa ve yargı reformu kuvvetler ayrımı prensibini, yani yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığını evrensel ölçütlerde karşılayabilmelidir. Bu iki nokta TÜSİAD’ın demokratikleşme yaklaşımının vazgeçilmez temelleridir” şeklinde konuştu...

Sizce TÜSİAD’ın bu temel anlayışı ile Hükümetin anlayışı, örtüşebilir mi?
 
[Hürriyet Gazetesi] [02 Mart 2010]

01 Mart 2010

Saab, Ali Sabancı, elektrikli yerli oto [İskander ARUOBA]

1800'lerin sonunda Batı Avrupalı teknoloji üretebilen ülkelerin hepsinde 'otomobil' icat edilirken, onlar kadar koloni zengini, ileri teknoloji sahibi Hollanda bu yarışta geri kalamazdı.


Nitekim 1898’de Amsterdamlı at arabası üreticisi Spijker kardeşler Jacobus ve Hendrik-Jan, Karl Benz’den bir motor alarak, onu arabalarından birinin önüne koyuverdiler.


Sadece 5 yıl sonra 4X4 çeken ve her tekerleğinde freni olan 6 silindirli 80 beygir gücündeki Spiker, markanın gideceği yolu belirlemişti. Bunlar egzotik, teknolojik olarak çok üstün, herkesin alamayacağı kadar pahallı olacaktı.

1907’deki ünlü Pekin-Paris yarışını bir Spiker ikinci bitirince, markanın önü iyice açıldı.
Ancak 1’ inci harp rüyayı bozdu; Spiker, teknolojisini Hollanda Uçak fabrikası N.V. ile birleştirdi ve uçak üretimine başladı. Bu kısa ve çok ateşli geçmişten sonra, Harp sonrası problemler ve onu takip eden 2’nci harp ile 1925’den 2000 yılına kadar marka uykuya daldı.

2000 yılında bir uyandı, pir uyandı! Amblemi olan ‘telli bir tekerlek ve yatay geçen uçak pervanesi’ eski günleri hatırlatır. Bugün Spiker otomobilinizi ısmarladığınız andan itibaren adeta doğumunun her etabını montaj holündeki bir kamera ile sürekli seyredebilirsiniz. Sadece renkler değil, kişiselleştireceğiniz yüzlerce detay var. ‘O’ sadece sizin seçiminiz bir otomobil olacak.

İşte bu Spiker, geçen hafta kati olarak Saab’ı satın aldı. Saab’ın da kanında uçmak, uçak var.

Spiker, F1’den 24 saat yarışlarına kadar ‘spor’ yapan bir marka. Yeni şirket ‘Saab Spyker Automobiles’i bulunması gereken ‘niş’ noktaya getirecektir. Ünlü Rallici Ericsson’un dünyaya tanıttığı Saab, Opel’den kapı kolu, GM’den motor alarak kuş mu deve mi kararsızlığı ile yaşayamazdı.

Pazarlığın 74 milyon doları nakit Toplam 400 milyon dolar bittiği söyleniyor. Öte yandan İsveç Hükümeti, Saab’ın Avrupa Yatırım Bankası’ndan istemiş olduğu 400 milyon Euro’luk ödeneği garanti etmiş. Devlete bu yakışırdı doğrusu.

Saab’ı takip ettiğim hafta sürekli telefonum çaldı. İlkokul öğretmeni tavırlı bir ses ‘İskender Bey! Size Pegasus havayolları ve HSBC bankası olarak kart vermek istiyoruz!’

‘Teşekkür ederim kardeşim, ben yabancı markalar ile çalışmamağa gayret ediyorum; istemem!’ dedikten yarım saat sonra bir başka ‘müdüranım! telefonda; Biz, HSBC Bank olarakÖ’ ‘İstemiyorum kardeşim; istemiyorum! Telefonlar üç günde kesildi.

Sayın Ali Sabancı; sizin dedeniz bu ülkenin en büyük bankalarından birini kurdu; aslan gibi işliyor; pahallı hizmet filan ama hiç değilse yatırım yapıyor, üretim yapıyor; insanlar helali hoş olsun diyorlar; sizin aile ile aranız bozuk olabilir, bu yüzden Akbank ile çalışmıyor olabilirsiniz? (ben kalın kafalı olduğumu için pek anlamıyorum ama!) Başka yerli bankalar var; eğer siz gazetelere ilan verip ‘ey Türk tüketicisi, senin için uçak alıyorum benim uçaklarım ile uç!’ diyorsanız; benim de bu sualleri sorma hakkım doğuyor! Ben keyif ile Pegasus ile uçmaya devam edeceğim; ama HSBC ile çalışmayacağım. 3’üncü konu yerli elektrikli otomobil. En ciddi gazetelerimizden birinde aynen şöyle bir haber var;

İlk Türk elektrikli otomobili Mia Fransa’da üretilecek. Yanlış mı okuyorum diye birkaç kez daha okudum; ilk otomobilimizi Fransa’da ‘üretecekmişiz’ niye Fransa? Çünkü üretecek olan Heulliez Fransız şirketi ve elektrikli otomobil üzerine çalışmalar yapıyor. Okumağa devam ediyoruz; Bu MIA elektrikli aracı zaten Türkiye de satılmayacakmış? Daha sonra üretilecek olanlar belki satılırmış; Heulliez borçlarından dolayı batabilirmiş; onun için Türk sermayesi girişi (20 milyon avro) çok önemli imiş.

Ama Fransız Bakan para versek de bu yatırımın Türkiye’ye gitmesine müsaade etmezmiş!

Bütün bu toz duman içinde yegâne Türk olan, çizimin sahibi İsviçreli Mindset Holding’in hissedarlarından biri olan Murat Günak’ın doğum yeri! Böylesine bir karmaşanın ‘nasıl yerli otomobile’ dönüşeceğini sadece Fütürolog Alphan Manas izah edebilir! Soracağız kolay bir yolu yok mu bu yerli otomobilin?

[Radikal Gazetesi]

Iberia rekor zarar açıkladı [Haber Türk Ekonomi]

Iberia, British Airways ile birleşme görüşmelerinde son aşamaya geldi
Küresel ekonomik kriz havayolu şirketlerinin 2009 rakamlarında da kendini gösteriyor. İspanyol havayolu şirketi Iberia da, geçtiğimiz yılı 273 milyon euro’luk rekor bir zamla kapattı.

Iberia Havayolları 13 yıl aradan sonra ilk defa zarar açıkladı. British Airways ile birleşme görüşmelerinde son aşamaya gelen Iberia Havayolları, 2008’deki 32 milyon euro’luk gelirine karşılık 2009 yılında 273 milyon euro zarar etti.

Yıllık geliri 4.4 milyar euro ile yüzde 19 azalan şirketin iş seyahatlerinde ve kargo taşımacılığında önemli bir düşüş gerçekleşti. Gelir azalmasına küresel kriz nedeniyle fiyatlarda yaşanan baskı da neden oldu. Şirketten yapılan açıklamaya göre, toplam kargo taşımacılığında ise geçtiğimiz yıla göre yüzde 12’lik bir düşüş oldu.

BA ile görüşmelerde sona gelindi

Yolcu taşımacılığında, kilometre başına koltuk gelirleri, geçen yıla göre yüzde 14 azalan Iberia, 2009 yılını tarihinin en kötü yılı olarak duyurdu. Önümüzdeki dönemde geleneksel havayollarının yok olacağını söyleyen Iberia Yönetim Kurulu Başkanı Antonio Vázquez, British Airways’le yapacakları birleşme anlaşmasının önümüzdeki günlerde kesinleşeceğini söyledi.